Güneş, sıcaklığını yavaş
yavaş kaybetmeye başlamıştı. İki üç saat öncesinde, bir şeylere çok kızmış ve
bunu hissettirmek istermişçesine, yakıcı bir sıcaklık yaymıştı etrafına.
Gül, hem bu kızgın durumun hem de temiz
havanın vermiş olduğu bir yorgunluk hissediyordu bedeninde. Bugün güneşi fark
etmemişti bile. Eskiden güneşle konuşur onun seyrine doyamazdı. Doğuşu ve
batışı farklı anlamlar taşıyordu ona göre. Hayatının kendi istediği anlamda
düzende olmaması, yılgınlıklar, kırgınlıklar hemen hepsi bir araya gelmiş,
önünde sergilenen muhteşem tabloyu net görmesini engelliyordu.
Birden, annesinin sesiyle daldığı bu düşüncelerden sıyrıldı.
_ Gel kızım, bir şeyler atıştıralım
acıkmışsındır şimdi.
“Tamam anne, hemen geliyorum.”
diyerek, istemeyerek de olsa kalktı ve yaşadığı tüm olumsuzlukları,
kendisiyle birlikte yaşayan anneciğinin yanına gitti. Birçok şeyi onun hatırı
için yapıyordu zaten. Onun üzülmesi, özellikle kendisi için üzülmesine
katlanamıyordu. Oturup, annesinin hazırladığı kır işi yemeklerden yediler.
Doğa, annesi ve babası için her şey
demekti. Her ikisi de toprakla haşır neşir olmaktan dolayı çok mutlulardı. Bu
mutluluğu kızlarının da hissetmesini istedikleri için, ısrarla bugün yanlarında
getirmek istemişlerdi. Gül de doğayı çok ama çok seviyordu. Toprak, ağaçlar,
hayvanlar onun için çok fazla anlam taşıyordu fakat onların anlamları, yaşadığı
sıkıntılardan dolayı kaybolmaya yüz tutmuştu.
Akşam olmak üzereydi ve eve gitme
zamanı gelmişti artık.. Kardeşinin, kendilerini almak için geldiğini, bulunduğu
yüksek yerden gördü. Oğuz nefes nefese kalmış bir şekilde, tepeye tırmandı.
_ Selam ün Aleyküm
_Aleyküm selam Oğuz. Nerde kaldın?
Çok sıkıldım seni bekliyordum bende.
_ Neden sıkıldın? İşte geldim ve
güzel bir haber getirdim sana abla.
_ Ne haberi?
_ Önce müjdemi isterim, öyle bedava
haber kapmak yok.
_ Ne müjdesi oğlum? Müjdeli bir haber
almayalı epey bir zaman oldu. Nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyorum
_ Abla sen onu bunu bahane etmeyi
bırak ve ne vereceğini söyle, müjdeni al.
_ Oğuz söylesene ne oldu?
_ Abla tam evden çıkarken telefon
çaldı. Telefon ilçeden geliyormuş. Birisi seni sordu ve bir okula
görevlendirildiğini söyledi. Akşam seni tekrar arayacaklarmış.
Kulaklarına inanamıyordu Gül. Yoksa
Oğuz kendisine şaka mı yapıyordu? Eğer öyleyse ondan çekeceği vardı ama Oğuz’un
bu konuda şaka yapmayacağından da emindi. Hiç ama hiç beklemediği bu haber
karşısında nutku tutulmuştu. Ruhu o an büyük bir değişim geçiriyordu ve bu
değişim tırtılın değişimini andırıyordu adeta. Tırtıl artık kanatlanmış,
kelebek olmuş ve uçmak istiyordu. Aldığı bu müjdeli haberle birlikte, gözleri güneşin sönen parlaklığına inat,
pırıl pırıl parlamaya başlamıştı. Yüzüne uzun zamandır kaybolan, gülümsemesi
tekrar yayılmıştı.
Akşamüzeri olmasına rağmen, gün boyu
uyuklayan doğanın zamansız canlanışına şahit oluyordu Gül. Oturduğu yerden bir
avuç toprak almak istediği anda, birden bir cennet bahçesinde olduğunu fark
etti. Gelincikler, papatyalar, kekikler ve ismini bilemediği onlarcası, uyumlu
bir şekilde dans ediyordu karşısında. Yapılan bu dansa, ağaçların yaprakları
da, eşlik etmekteydiler. Bu efsunlu hava, Gül’ün yüreğinde ilham oyaları ve
nakışları oluşturmuştu birdenbire.
Ağaçlar, kendilerinden emin bir şekilde
karşısında duruyorlardı ve “ sen de böyle dimdik durmalısın şimdi” der
gibiydiler. Kuşlar ise bir koro halinde şarkılar söylüyorlardı bu haberle
birlikte. “Bu hareketlilik, bu coşku, hepsi benim için olmalı” diye düşündü.
Karşı yamaca takıldı gözleri. Karşısında
ki tablo hiç bu kadar estetik gelmemişti ona. İlk defa görüyormuş gibi doyasıya
baktı. Yeşilin her tonuyla bezenmiş ağaçlar özenle yerleştirilmişti sanki.
Orada bulunan bir koyun sürüsünün, başlarında ki çobanın kendileri için çaldığı
nağmelerle, huzurlu bir şekilde otlamaları ise bu tabloyu tamamlayan diğer bir
görsellikti.
Bir an, bu mutlu haberi yanlarına gidip, onlarla da paylaşmak istedi ama
çok uzaktaydılar. “Acaba rüzgâr, bu mutlu haberimi onlara ulaştırır mı?” diye
geçirdi içinden. Birçokları farkında olmasa da, onların her şeyi
hissedebildiklerini biliyordu. Onun fikriyatına göre insanın, mesuliyetinin dışında
hayvanlardan bir farkı yoktu aslında.
Ve… bugün hiç ilgilenmediği Güneş,
kızıl bir renk almış, karşı tepenin ardından kaybolmaya başlamıştı.“Ben
gidiyorum ama yarın senin için ve umutların için tekrar olanca parlaklığımla
geleciğim “der gibi göz kırpıyordu ona.
İçindeki fırtınayı bu şekilde yaşarken, uzakta olan annesi ve babası
yanlarına geldiklerinde Gül’deki değişimi hemen fark ettiler.
_“Ne oldu hayrola” dedi babası.
_ Baba telefon gelmiş ve beni okul
için aramışlar.
_ Ben sana kafanı takma dememiş
miydim? İyi hadi bakalım, gözün aydın.
Babası hayallerine kavuşması için elinden
geleni yapmıştı. Üzerine düşen mesuliyeti yapmanın verdiği huzurla yere oturdu
ve kızının mutlu halini uzun bir süre izledi. Annesi ise, sevincinden konuşamıyor
sadece şükür kelimeleri diziyordu, kızının gülen gözlerini tekrar görebildiği
için.
Gül, bu rüyadan uyanmak istemiyordu ama
eve gitmek için çırpınıyordu da. Yaşadığı bu heyecanla birlikte biraz
tedirgindi de. Yıllardır özlemle beklediği bir an olmasına rağmen, nedendi bu
tedirginlik? Birden “her şeyin
üstesinden gelebilirim “düşüncesi kapladı içini ve biraz rahatladı. Biliyordu
ki, bir şeyi çok istemek, başarının başlangıcıydı. “ Rabbim utandırma ” diyerek, dualarını sıraladı ve büyük bir kararlılıkla,
“denemeliyim ve başarmalıyım” dedi. Çocukluk özlemini, hayallerini, şimdi
sunmuştu Yüce Yaradan. “Ben yapamam “ demek lüksüne sahip değildi. Evet,
hayalindeki öğretmen olmalıydı. İçinde biriktirdiği sevgilerini, bilgilerini
paylaşmanın zamanı gelmişti artık..
Toplanarak eve doğru hareket ettiler. Eve
geldiler ama şimdi sıra beklenen telefonun gelmesindeydi. Kardeşine, saat yedi
de arayacaklarını söylemişler ve o da saat yedinin olmasını büyük bir
sıkıntıyla beklemeye başladı. Onunla birlikte bütün aile de aynı durumdaydı.
Saat yedi buçuğa doğru hayatının akışını değiştirecek olan telefon geldiğinde,
yüreği de ağzına gelmişti heyecandan. Telefonu açacaktı da, konuşabilecek
miydim acaba? Telefonu kaldırdı:
_
Alo,
_ Hocam
iyi akşamlar
O an sadece “ iyi akşamlar”
diyebildi. Hayatında duymak istediği iki kelimeden birini, hiç tanımadığı bir
insandan duyması Gül ‘ü daha da heyecanlandırmıştı. Heyecanını kontrol etmeye
çalışarak telefondaki sese yoğunlaştı.
_ Hocam, okulumuza görevlendirildiniz.
Yarın sabah sizi bekliyoruz. Hayırlı olsun.
“Teşekkür ederim Hocam” diyerek nasıl gidileceğini sordu ve telefon
görüşmesini tamamladı.
Şimdi sıra sabahı beklemedeydi. Bu bekleme daha da zordu. Erkenden
yatarak bunu kolaylaştırmak istediyse de yanıldığını gece anladı. Uyuyabilseydi
sabah çabuk olacaktı ama uyuyamadığı için ömrünün en uzun gecesini yaşıyordu
Gül. Gece boyunca kıvrandı durdu.
Sabah’ı yorgun ve uykusuz bir şekilde karşıladı. Pencereyi açtığında,
akşam göz kırparak ayrılan Güneş’in başını çıkarmış, altın sarısı çehresiyle
kendisini selamladığını gördü. Kendisi de karşılık verdi yorgun ama gülen
gözleriyle. Hazırlanarak evden çıktı. Okula gidene kadar sürekli dua ediyordu.
Okul kapısından içeri girdiğinde, öğrenciler gelen yabancının öğretmenleri
olduğunu anlamışlar gibi, gülümseyerek
bakıyorlardı ona. Etrafındaki çocukları dikkatlice inceledi. Üzerlerindeki
önlükleriyle, örgülü saçlarıyla, küçük bedenlerine taktıkları kravatları ile ne
kadar da güzel gözüküyorlardı. Bir öğrenci yanına yaklaşarak “siz bizim
öğretmenimiz misiniz ?” demesi,
Gül’ü oldukça şaşırtmıştı ve cevap vermeden çocuğun sadece saçını
okşadı. Tüm bu yaşadıklarına inanmakta zorluk çekiyordu.
Öğrencilerin arasından sıyrılarak, idarecilerin bulunduğu odaya yöneldiği
anda, odadan çıkan bir kişi yanına gelerek, elini uzattı:
“ Hoş geldiniz Hocam, bizler de sizi bekliyorduk. Buyurun oturun, bir
bardak çayımızı için, sonra sizi öğrencilerinizle tanıştırırım. Öğrenciler
sizin geleceğinizi biliyorlar” dedi.
Artarak devam eden
heyecandan, koltuğa yığılırcasına oturdu. Bir bardak çay içtiler ve sınıfa
yöneldiler. Sınıftan içeri girdiklerinde, ait olduğu yerde bulunmanın verdiği
bir huzur kaplamıştı Gül’ün yüreğini. Müdür yardımcısı öğrencilere, “ çocuklar,
sizi öğretmeninizle tanıştıracağım. Beklediğiniz öğretmeniniz geldi. Onu çok
seveceğinize ve onu üzmeyeceğinize inanıyorum” dedi ve sınıftan ayrıldı.
Karşısında kendisini izleyen onlarca
gözle karşı karşıya kalması, onu artık korkutmuyordu. Önce öğretmen masasına
yöneldi ve bir süre inceledi. Tahtaya, tebeşire, silgiye, panolara baktı.
Sınıfı ve tüm malzemeleri dün bıraktığı gibi bulmuştu sanki. Öğrencilerle de
dün vedalaşmış, bugün “ günaydın ” deyip dersine kaldığı yerden devam edecekmiş
gibi hissediyordu.
Gül için yaşam bu saatten sonra
başlamıştı. Bu yaşam, beş gün de, beş yıl da olabilirdi. En kısa zaman dilimine
bile razıydı o an. Önemli olan, çocukluğundan beri kurduğu hayale şu an
kavuşmuş olmasıydı. Zor bir görevin kendisini beklediğinin farkındaydı. Her
şeyin üstesinden gelebilirdi de. Tüm
zorluklar, bu göreve değer diye düşünüyordu.
Bu düşüncelerle başladığı zorlu
yolculuğuna, uzun süredir devam etmesi, Gül için mutlulukların en güzeliydi.
Her gün okul kapısından, ilk günkü heyecan ve azmi ile giriyor, onu yıldırmak
için çıkan sorunlarla, mesleğine olan tutkusu sayesinde baş ediyordu. “Yüzlerce
sevgi alışverişinin gerçekleştirildiği bu ortamda olmak her insana nasip olmaz
”diyerek mesleğine ve yaşama sımsıkı sarılmıştı Gül öğretmen.
Vildan Poyraz Coşkun
17.05.2012
Yazı No: 1
17.05.2012
Yazı No: 1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder