Nereye Gidiyor?
Güneş’in tüm parlaklığı
ile günümüzü aydınlattığı bir günde çok daha güzel yazıları kaleme almayı ve,
sizlerle daha güzel şeyleri paylaşmayı arzu ederdim ama her şeyin şuan
göründüğü gibi parlak olmadığının bilincindeyim.
Devir teknoloji devri. Son
yıllarda teknoloji ile bayağı haşır neşir olduk. İletişim araçlarının gittikçe
çoğalması ile yaşantımız hiç olmadığı kadar renklendiii, renklendii….
Birçoğumuz özellikle genç
neslimiz ki, nüfusumuzun büyük bir kısmı, bu gelişmelerden oldukça memnunlar.
Onların, teknolojinin iletişim kısmıyla daha fazla ilgilenmeleri beni oldukça
tedirgin ediyor.
Günümüz teknolojisini, yan
etkileri bolca olan bir antibiyotiğe benzetiyorum. Bu ilaç, birçok yönüyle
bizlere fayda sağlarken, diğer taraftan, daha sonraki yıllarda, üstesinden
gelemeyeceğimiz sorunlarla bizleri baş başa bırakmasından korkuyorum. Bilinçsiz
ilaç kullanımının zararlarını hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Bu noktada
ki endişem, genç neslimizin teknolojiyi
bilinçsiz bir şekilde kullanmasıyla ilintili. Teknoloji öyle bir şey ki bizleri
Aya’da götürür, batağa da.
Son yıllarda toplum içinde
ve okullarda sıkça rastladığımız şiddet olaylarının temelinde, teknolojinin yan
etkilerinin olduğu açıkça görülmekte. Neden çocuklarımız en ufak bir olayda,
yumruklarını, bıçağı ya da silahı kullanma ihtiyacını hissediyorlardır sizce?
Bir cana kastetmek neden bu kadar ucuz geliyor onlara? Bütün bunları çok iyi
düşünüp irdelemek lazım. Ayrıca gençliğimiz için büyük bir tehlike olan içki,
sigara ve uyuşturucu kullanımının çok küçük yaşlara inmesi tehlikenin diğer bir
boyutu.
Bu noktada bireysel çabalar
değil de toplumsal uyanışa ihtiyacımız var. Bizler her gün bir önceki günümüzü
arar olduk şimdilerde. Dostluklarımızı,
kültürümüzü, aile bütünlüğümüzü ve öz değerlerimizin birçoğunu kaybetmek
üzereyiz. İşte, teknolojinin yan ürünü olan iletişim araçları, bizi biz yapan
tüm bu güzel yönlerimizi, elimizden alıp götürüyor bir bir.
Mektuplarım şuan hüzünlü çünkü
bir tuşla silinip giden, hazır sevgi mesajlarına mağlup oldular. Kitaplarım
keza öyle. Eskiden izlediğimiz, sevgi karakterlerine büründürülmüş Nasrettin
Hoca, Keloğlan, Heidi, Candy, Polyanna, gibi çizgi karakterlerinin yerine,
artık çocuklarımıza, şiddeti içeren, silahın başrolünü oynadığı savaş filmleri
dayatılmakta. Aile sohbetlerini ve bayram ziyaretlerini, genç neslimiz,
bilgisayara ve sanal âleme tercih eder oldular son yıllarda.
Evet, gençliğim teknolojiyi
eline almış nereye gidiyor?
Bütün bunların cevabı var
elbette. Çocuklarımız gerçek savaşı sadece iletişim araçları ile izliyorlar ya
da savaş oyunları oynayarak savaşın içinde yer alıyorlar. Onlar için savaş
soyut bir kavram şu an. Birçoğumuz farkında değiliz ama çocuklarımız hazırlıksız
bir şekilde savaşın içindeler aslında. İşin kötü tarafı karşısında ki düşman,
ona dost oğlu dost görünüyor. Biz ise, bu durumu ona izah etmekte aciz
kalıyoruz. Velhasıl, baharı da yazı da yaşasak, kabul etmeliyiz ki,
çocuklarımız şuan görünürde olmayan bir savaşın figüranı durumundalar.
Yıllar öncesinde Çanakkale’ye
demir atan güçler, yenilgiyi tattıktan sonra, bugün savaş taktiğini
değiştirerek, sinsi bir planla karşımızdalar. Potansiyel tehlike olarak kabuk
ettikleri genç neslimizin zihinlerini, teknolojinin olumsuz tarafıyla etkisiz
hale getirerek yok etme çabasındalar. Biz yetişkinler bu nokta da gençliğimize
sahip çıkmak zorundayız. Büyük bir uyanışa ihtiyaç duyuyoruz toplum olarak
demiştim ve yineliyorum. Cephede genç yaşlarında, canlarını feda ederek,
bizlere onurumuzu tekrar veren şehitlerimiz için bunu yapmalıyız.
Çocuklarımızı, top ve tüfeğin kullanılmadığı bu savaş cephesinde yalnız
bırakmamamız gerekir. Atalarımızın bilek gücüyle kazandıklarını, bugün uyanık
olup, zekâ gücüyle korumalıyız.
Teknolojiyi kullanma
talimatlarına uygun bir şekilde kullanırsak, potansiyel güç olan, genç
neslimizin karşısında kimse kolay kolay duramayacaktır. Daha sonra, baharımızı
da yazımızı da yaşarız doya doya.
Vildan Poyraz Coşkun
Yazı No: 2
Yazı No: 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder