2 Mart 2015 Pazartesi

HASRET

HASRET….

Uzun ve kasvetli sayılabilecek derecede karanlık bir odadan geçiyordu. Etrafına bakındı şaşkın gözlerle.“ne arıyorum burada” diyebildi ancak. Baktığı hiçbir şey tanıdık gelmiyordu. Bildiği tek şey vardı o da uzun bir yoldan, bilinmezliğe geldiği idi. Sadece

sevgi nelere kadir” diye düşündü gülümseyerek.

Girmek istediği kapıya doğru yöneldi merakla. Karşısındaki odanın kapısı, koridorun derinliğinde kaybolmuştu. Dikkatli bakılmasa görülemeyecek kadar sade idi her şey. Kapıya doğru ürkek ve tedirgin adımlarla ilerledi Amata. Eline tutuşturulan anahtara tekrar tekrar baktı. Karmaşık duygularla anahtarı kilide sokmak istediğinde kapının hafif aralanmış olduğunu fark ettiğinde, girip girmeme arasında gitti geldi bir an.

Korku, şaşkınlık, merak, tedirginlik gibi hislerin yanında, tarifi imkânsız bir duygu hissediyordu tüm benliği. Biliyordu ki bu kapının ardında, koridora inat güzelliklerle karşılaşacaktı kendisini.

Kapıyı araladı usulca. Çok küçük bir mekân idi ilk fark ettiği. Oda koridor kadar olmasa da karanlıktı. Güneşin keskin ışıklarının girmesini engellemek istercesine, sıkı sıkıya kapatılmıştı perdelerle ve içerisi bu yüzden loş idi. Kapının tam girişinde küçük bir masa; masanın üzerinde ise bilgisayar, gözlerine inanamıyordu papatyalar. Odada ki loş ışığı unutturacak derecede yüzü aydınlandı birden Amata’nın. Yoksa sevdiği adam bu çiçekleri odaya yerleştirmekle hoş geldin mi demek istemişti.

Vazonun yanında iki ajanda ve dağınık şekilde duran, notlar,  kâğıtlar vardı. Masanın tam yanındaki duvar ise tümüyle kitaplık olarak düzenlenmiş, karşı duvarda tek kapaklı bir dolap ve küçük gül desenleri ile döşenmiş kanepe yerleştirilmişti. Yerde kanepenin renklerine uygun bir küçük kilim vardı. İlk anda, küçük olmasının verdiği kalabalığın dışında göz rahatsızlığı verecek hiçbir şey yoktu aslında.

Odanın içi kitap kokusu ve kendisine de huzur veren sevdiği adamın kokusu hâkimdi. Kitaplığa yöneldi. Hayatında vazgeçemediklerindendi kitaplar. Aralarından rastgele seçerek, eline bir kitap aldı ve şöyle bir inceledi. Duvarda asılı duran saate gözü iliştiğinde ise, saatin çalışmadığını daha doğrusu akrep ve yelkovanın sürekli aynı yerde can çekişircesine yerlerinde saydıklarını gördü.

Odanın içerisine girmek için sabırsızlanan güneşi fark ettiğinde pencereye yöneldi ve perdenin iki kanadından tutarak, pencereyi araladığı anda güneşin yakıcı kızıllıktaki ışıkları içeri dalmıştı bile. Olağan üstü bir aydınlık kaplamıştı odanın her bir köşesini. İçerisi loş iken fark edemediği ufak detayları inceledi. Küçük objeler, masa altında duran kâğıtlarla dolu çöp sepeti, geceden içilmiş olduğu, kurumuş kahve telvesinden anlaşılan bir fincan….

 Dolabın içerisinde Pierre’in bazı eşyaları asılı duruyordu. Dolap altında bir yastık ve bir pike, düzgün bir şekilde, özenle katlanmış ve yerleştirilmişti. Güzeldi evet her şey çok sade ve güzel gözüküyordu gözüne. Şimdi ise iyi ki buradayım diye düşünüyordu Amata. Odanın içerisinde varlığını ispatlamak istercesine bir şeyler yapmalıyım düşüncesiyle hareket etmeye başlamıştı. Kitapları düzenleme bahanesiyle çoğu vaktini orda geçirmişti. Nerde olduğunu ve bilinmezliğe niçin yol aldığını artık daha iyi anlıyordu. İçindeki o büyük sevgi onu buralara getirmişti başka da izahı yok diye düşündü. Buraya gelmesinin bilinmezliği çözülmüştü fakat yarınların bilinmezliği hala devam etmekteydi.

Yorgunluğun verdiği rehavetle, oturduğu kanepede uyuya kalmıştı. Gözlerini açtığında bir çift sevgiyle bakan gözle karşı karşıya idi.

_ “ geldin mi canım, ne zaman geldin” dedi uykulu gözlerle.

_  yeni sayılır, seni uyandırmak istememiştim sevgilim

_ “yok, önemli değil, uyumak istemiyorum zaten” diyerek uzandığı yerden doğruldu ve sevdiği adamla özlemle kucaklaştı ve canım diyebildi sadece.

Pierre gelirken, yiyecek bir şeyler getirmişti yanında. Çayla birlikte karınlarını doyurdular. Bu küçük odayı ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu yemek arasında Amata.

İlerleyen saatlerde Pierre’in çalışmalarında da başyardımcı görevini üstlenmişti adeta. Her ikisi de bu halleri ile tarifi imkânsız bir haz duyuyorlardı yüreklerinde. Amata’nın yaşantısına girmesiyle birçok şey değişmişti. Hayatı doyasıya yaşamak artık hayallerde kalmamıştı ve özel duygulardı bunlar.. En basitinden; karanlık odasına sevdiği kadınla birlikte Güneş de girmişti ve hayatı yaşanılır kılmışlardı. Sevmek ve sevilmeyi doyasıya yaşamak istiyorum onunla diyordu içinden.

Bu an durmalıydı. Tıpkı duvarda asılı duran saat gibi. Yerinde saymalıydı her şey. Bunları dua eder gibi geçirdi içinden ve sandalyede oturmuş kitap karıştıran Amata’nın yanına yaklaştı. Arkadan kollarını sevgilisinin boynuna doladı ve sevgiyle sarıldı.

Odanın ışığının azaldığını fark ettikleri anda her ikisi de pencereye yöneldiler. Günbatımıydı karşılarındaki. Günbatımını izlemek için birbirlerine sevgiyle sarılarak pencerenin önünde öylece durdular. Karşılarındaki akşam kızıllığını seyretmek her şeye değerdi. Güneşin, karşı yamaçların ardından kaybolmasını nefeslerini tutarak izlediler.. Bu muhteşem anı düşlerinde yaşamışlardı ve şimdilerde düşlerini gerçekleştirmekten dolayı, içlerinde bir çocuk sevinci yaşıyorlardı.

Gece geç saatlere kadar oturdular, dertleşip konuştular, özlem giderdiler. İki ayrı yürek tek yürek olmuştu artık. Bir arada olmalarının verdiği hazzı hiçbir şeye değişmezlerdi..

Gecenin geç vakitlerine gelindiğinde Amata yorgun gözlerine yenik düşmek üzereydi artık. Pierre dolaptan pike ve yastığını çıkartıp kanepeyi hazırlarken Amata onu sevgiyle izliyordu. Dün, sevdiği adamın baş koyduğu yastığa baş koyacaktı. Boğazına bir şeyler tıkanmıştı adeta.  bu anı bozmamalıyım” diyerek yutkundu güçlükle. Sevdiğine belli etmemeliydi yüreğindeki hüznü. O’nun üzülmesi hayatta en son isteyeceği şeydi. Hemen kanepedeki yastığa başını koydu. Konuşmada zorluk çektiği için “iyi geceler” zor diyebildi hayatının anlamına.

Pierre, sevdiği kadının üzerine pikeyi usulca örtüp ve yanı başına oturdu, doyasıya baktı. Hayat o varken ne kadar anlamlıydı oysa. Onun uykuya dalmasını bekledi ve sessizce konuşmaya başladı. Biriktirdiği tüm kelimeleri sıralayarak sevgisini dile getirmeye çalışıyordu. Bir gelinciği dokunur gibi usulca dokunuyordu saçlarına, yüzüne. Ve Allah’ına şükrediyordu yüreğindeki yeşeren sevgi için. Zaman bu saatte durmalıydı evet. Orda, tam başucunda sabahlamak istiyordu. Kalkıp gittiği vakit, geldiğinde sevdiği kadını bulamama korkusu sardı tüm benliğini.

_  gitmeyeceğim, bırakmayacağım seni” derken Amata gözlerini araladı. Ve

_  sen hala gitmedin mi sevgilim” dedi.

_   hayır, gitmeyi de istemiyorum. senin yanında kalmak istiyorum böylece

_  canım gitmelisin. Ben burada iyiyim bak. Sabah seni ben uyandıracağım ve güneşin doğuşunu beraber izleyeceğiz

_ “ tamam, sen nasıl istiyorsan öyle olsun sevgilim” diyerek alnına,  sevgi buseleri bırakıp ve kapıya yöneldi ister istemez.

Bedeni kalkıp gidiyordu ama tüm benliği sevdiğinin yanında kalmıştı. Kapı eşiğinden ayrılamıyordu bir türlü. Amata, sabah gün doğumunu beraber izleyeceğiz diye söz vermişti ama biliyordu ki uyanınca O’nu göremeyecekti.  Her ikisi de biliyorlardı ki onlar için, gün doğmayacaktı. Yarınları beraber karşılayamayacaklardı hiçbir zaman. Çünkü saatler öncesinde zamanın durmasını istemişlerdi gün doğumunun o muhteşem güzelliğini unutarak.

Gözlerinden süzülen yaşlara engel olmadan, son kez sevdiği kadına baktı ve usulca kapıyı örterek koridor boyunca ağır adımlarla yürüdü.
 
               Amata ise Pierre’in kalkıp, kapıda uzun bir süre beklediğini ve kendisini izlediğini hissetmişti. O’nun da içinde fırtınalar koptuğunu biliyordu kendi gibi. Birbirlerine söyleyemedikleri o kadar çok şey vardı ki. Uzun sayılabilecek bekleyişinin ardından, kapının usulca kapandığını duydu ve o anda boğazına düğümlenen hıçkırıkları sevdiğinin yastığına gömdü. Gözlerindeki yaşları tutmasına gerek yoktu artık, yalnızdı. Gözyaşlarına yol vermesiyle, daralan yüreğinin bir nebze rahatladığını hissetti. Zordu çok zordu. Sevdiğinin yarınlarında olmayacak oluşu çok ağır geliyordu.

Yarınlarla ilgili umudun dışında her duyguyu, ayrı yerlerde de olsalar beraber hissediyorlardı yüreklerinde. Bildikleri tek gerçek ise sabır gerektiren bir sevgiyle ödüllendirilmiş olduklarıydı.

Vildan Poyraz Coşkun
Yazı No: 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder