Kaddafi’yi yıllardır Türkiye hayranı olarak, yapması gerekeni yapan bir lider
olarak tanıdım. Kendi ağzından Türkiye hayranlığını dinlemiştim röportajında.
Türk müteahhitlerine olan güvenini dile getirmişti konuşmasında. Bir çok
vatandaşımızın bir dönem ekmek kapısıydı Libya. İşsizlik sorunuyla boğuşan iş
adamlarımızın, işçilerimizin umuduydu adeta. Çocuklarının rızkını taşıyorlardı
o diyarlardan. Anlayacağınız Kaddafi’nin Türk hayranlığı işe yaramıştı yıllardır.
Bu olumlu fotoğraf önümüzde iken, atmış-yetmiş yıl
öncesinde, kapalı kapılar ardında yapılan Orta Doğu’ya ait planlar günümüze
kadar peyderpey oynanmakta. Bu planın bir parçasıdır Libya liderinin yönetimden
uzaklaştırılması ve öldürülmesi. Kaddafi’nin iç siyasette yanlış uygulamaları
olabilir ama yukarıda belirttiğim bizle ilgili olumlu düşünceleri itibariyle,
sempati duyduğum bir liderdi ve ölümü beni üzdü açıkçası.
Olayın çıkışından bu yana Libya’nın iç işleridir
biz karışmayalım denilerek dünyanın ve bizim, müdahaleye duyarsız kalmamız ve
buna uygun dış politika izlememiz ise düşündürücü.
Otuz bin kardeşimizin kanına giren katil Öcalan’a
paşalar gibi bakan biz, Kaddafi’ye de kucak açabilseydik eğer, seve seve
bakardık. Hiç olmazsa vefa borcumuzu ödemiş olurduk.
Burada ister devlet politikası, isterse bireysel
düşünelim sorgulamamız gereken bir husus şudur. Diktatörlükle yönetilen bir çok
ülke için gerekli olan yönetim ve onunla birlikte gelen lider değişimlerini
halkın kendisi, kendi içlerinde halletmeleri gerekirken, bir bakmışsınız ki bu
ülkelerle sınırı ve birebir anlaşmazlıkları olmayan Don-Kişot Amerika görev
başında. Amerikan'ın kendi eyaleti gibi racon kesmesi, bu güne kadar süregelen
Amerikan dış siyaset geleneğinin bir örneği.
Yakın tarihte yanı başımızda cereyan eden Irak
yönetiminin devrilmesi ve Saddam Hüseyin’in idamı bir başka Amerikan dış
politikasına ait plandı.
Şimdilerde sinemalarımızda Suriye ve Esat yönetimi
var bildiğiniz üzere. Velhasıl Orta Doğuda senaryoyu Amerika, hem yazıyor, hem
de başrolde oynuyor. Dünya ise televizyonlardan izliyor. Şu an Suriye’de
görevde gözükse de Amerika'nın asıl hedefi
Orta Doğu’da asi çocuk görünümünde olan İran. Amerika’yı uzun bir süre
uğraştıracak sanırım. Hal böyle iken Amerika'nın, Suriye kalkanını kırmak
istemesi de bu planın bir parçası. Don Kişot’umuz, Suriye’de rol keserken bir
yandan da İran üzerine taciz dalışları yapması, asıl hedefin İran olduğunu
rahatlıkla idrak edebiliriz.
Irakta işim bitti diyerek, ülkeden çıkma
hazırlıkları yapan Amerika bakalım önümüzdeki günlerde İran-Irak flörtünü nasıl
engelleyecek, seyredelim görelim.
Fokurdayarak kaynayan Orta Doğu kazanın altına
sürekli odun takviyesi yaparak, ateşin sönmemesini sağlayan Amerika, Türkiye
ile ilgili planlarını ne zaman devreye sokacak dersiniz? Bu ateşin, bize şuana
kadar sıçramaması tesadüf müdür?. İçimizdeki PKK ateşine dıştan destek vererek
körükleyen bir çok Avrupa ülkesiyle beraber hareket etmektedir.. Farkındayız
ama yine de bir şey yapamıyoruz. Ve çok da sürpriz olmayan bir çıkışla Rusya bu
hareketli günlerinde Suriye’ye verdiği destekle Amerika’ya – ben buradayım –
mesajını ulaştırdı.
Bu coğrafyada, güçlü karakterleriyle ülkelerinde
görev yapan ve karakterleriyle orantılı olarak, ülkelerini de çok zaman güçlü
kılan, ekonomisini de ayarda tutarak bunu teyit ettiren iki güçlü lider dikkat
çekiyor. Bunlardan biri Rusya lideri Putin, diğeri ister sevin ister sevmeyin
ama Tayip Erdoğan’dır.
Başbakanımızın iki dönemdir sürdürdüğü politika ile
hem içerde, hem de dışarıda Türkiye’yi güçlü kıldığı bir gerçektir. Aksi halde,
sahte Don Kişot Amerika'nın yıllar öncesinde oluşturduğu Amerikan dış
politikasının kurbanı olmuştuk şuan. Şu an diyorum, bu gün için ne zaman ki
gücümüzü kaybedip, yıllar öncesinde Sivas Kongresiyle alınan “Manda ve himaye
kabul edilemez” kararını göz ardı edersek Don Kişot bizim de evimizin
kapısını çalacak. Pardon evimize davetsiz dalacak. Bu yüzdendir ki yanı
başımızda cereyan eden her olayı iyi okumamız gerekiyor.
Orta Doğu ne zaman ki Beyaz Adam’ın aynasına baktı
ve kendini gördü, o zamandan beri bölgemizde ne huzur kaldı ne de özgürlük…
Vildan Poyraz Coşkun
19.12.2011
yazı No: 8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder